İŞVERENİN SORUMLULUĞUNDA KUSURUN ROLÜ
(Bu yazı 4857 den önce kaleme alınmıştır)


      Oktay Tan (M.Sc)   

MESKA VAKFI ESKi BAŞKANI

 

Türk iş hukukunda, insana veya malzemeye zarar veren bir olayda örneğin iş kazalarında asıl olan kusura dayalı sorumluluktur. *

 

Ancak, her geçen gün sürekli gelişen teknolojinin, işyerlerinde üretime uygulanması sonucu meydana gelen bazı tehlikelerin doğurduğu zararların tazminde, kusur koşulunun aranması her zaman adil olmadığı gibi toplumsal düşünceyi de tatmin edemez. Bu nedenle, Yargıtay içtihatları ile temel hak ve ilkelere uygun olarak tehlike (risk) sorumluluğu ilkesi geliştirilmiştir.

 

Bu ülke, Yargıtay’ ın 27.03.1957 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile yargısallaşarak açıklığa kavuşmuş ve Yargıtay’ ın sonraki kararlarda da bu insani düşünceler izlenilmiştir.

 

Bu ilkelerin özü, işyerlerinde işin yürütümü sırasında oluşan tehlikelerden meydana gelen zararda, işçinin kusurlu olması halinde bile işçinin uğradığı zararın tamamının işçiye değil de hakkaniyet ölçüsünde, hiç olmazsa bir kısmından onun çalışmalarından yararlanan işverenin de sorumlu tutulmasıdır.

 

İşyerlerinde meydana gelen iş kazalarında işverenin hukuki sorumluluğu, gerek isviçre hukuklarında gerekse Türk hukuklarında yapılan tartışmalar sonucunda birbirleriyle bağdaştırılması olanağı bulunmayan farklı görüşlerin ortaya çıkmada benimsendiği gibi işverenin bu açıdan sorumluluğu kusura dayanmaktadır. Çünkü, gerek isviçre, gerekse Türk Hukukları’ nda özel bir düzenleme bulunmadıkça asıl olan kusur sorumluluğudur. Ancak, Dünya’ da teknolojinin hızlı gelişimi ve bu nedenle alınabilecek her türlü önlemlere rağmen önüne geçilmesi mümkün olmayan tehlikelerin ortaya çıkması, dolayısıyla iş kazaları ve meslek hastalıklarında büyük artışların meydana gelmesi karşısında kusura dayanan sorumluluk ilkesi yetersiz kalmıştır. İşte bu nedenle, kusursuz sorumluluğun bir türü olan tehlike (risk) sorumluluğu kavramı ortaya çıkmıştır.

 

Tehlike sorumluluğunu savunan bilim adamları, işverenin özen borcunu ideal ölçüler içinde yerine getirmesi halinde bile oluşacak zararlardan yine de işçinin değil işverenin sorumlu tutulması gerektiğini ve yasal kaynağını da 1475 sayılı İş Kanunu’ nun 73. maddesi ile Borçlar Kanunu’ nun 332. maddesini göstermektedirler. Bazen bu sorumluluk, kanundaki boşluğun Medeni Kanunu’ nun 1. maddesine göre hakim tarafından doldurulmasına dayanılmaktadır.

 

Böylece işçi, SSK’ nın karşılamadığı zararını, işveren kusursuz olsa bile ona tazmin ettirebilecektir. Bu görüşün bir dayanağı olarak da, bazıları [1]  Türk Hukukunda tehlike sorumluluklarını düzenleyen özel kanunların bulunmamasını göstermektedirler. Ancak, bazı kanunlar, özel tehlike taşıyan bazı işyerleri için sorumluluk koymakta, bütün işyerlerini kapsamamaktadırlar. Dolayısıyla, tehlike sorumluluğu (Yargıtay İçtihatlarının dayandığı sosyal politika düşüncesi haklı görülürse) İş Kanunu’ nun 73. maddesi veya Borçlar Kanunu 332. maddesi açıkça hükme bağlanması uygun olacaktır. Ancak, böyle bir hükmün kabulü, tehlike sorumluluklarının ayrıca düzenlenmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Çünkü, özel tehlike taşıyan işyerleri, üçüncü kişilere de zarar verebileceğinden bunlar, bu yerlerin işverenlerinden aralarında sözleşme olmadığından tazminat isteyemeyeceklerdir.

 

Bu nedenle, örneğin LPG tüplerini kullananlar, saklayanlar, dağıtımını yapanlar ve taşıyanlar sık sık çok büyük zararlar doğuran kazalara neden olduğundan [2] tehlike sorumluluğunu kapsayan bir kanun çıkarılması gerekir. Aynı durum, 25.3.1997 tarihli İsviçre Kanunu’ nda olduğu gibi patlayıcı maddeleri üreten, kullanan ve saklayanların sorumluluğu bakımından da geçerlidir.

 

Sonuç olarak, tehlike sorumluluğu, en ağır bir kusursuz sorumluluk halini oluşturmaktadır. Yukarıda da değinildiği gibi, işveren her türlü özen borcunu yerine getirmiş olsa bile, oluşacak kazadan dolayı sorumluluktan kurtulamaz. Bununla beraber tehlike sorumluluğu bir “sonuç sorumluluğu” da değildir.  Esasen, kaza sonucu oluşan zarar, işletmeye özgü bir tehlikeden doğmamış, süreç içerisinde oluşan bir başka nedenden dolayı meydana gelmişse, işverenin bu zarardan sorumlu tutulmaması gerekir. Başka bir anlatımla, işverenin veya bundan doğan tehlikeler ile zarar arasında uygun bir illiyet rabıtası (neden-sonuç bağı) yoksa, işverenin sorumluluğundan söz edilemez.*

 

Tehlike sorumluluğunda aşağıdaki üç durumdan biri kanıtlanırsa illiyet bağı kesilebilir.

Zarar veren olayın (iş kazasının);

1.      Mücbir (kaçınılmaz) etmenler sonucunda gerçekleşmesi,

2.      Zarar görenin ağır kusuru ile oluşması,

3.      Üçüncü kişinin ağır kusuru ile oluşması,

 

Yargıtay’ ın aldığı bazı kararlarda, illiyet bağının sadece kusura bağlı sorumluluklarda değil, özellikle tehlike sorumluluğunun kurulabilmesi için de zorunlu olduğunu kabul etmektedir. *

 

Sonuç olarak, kusura dayanan sorumluluk ilkesi, teknolojik gelişmeler karşısında yetersiz kaldığından, işverenin kusuruz sorumluluğu (tehlike sorumluluğu) geliştirilmiştir. Ancak, iş kazasının işletmeye özgü bir olaydan doğmadığı durumlarda, işverenin kusursuz sorumluluğundan söz edilemez, İş kazasından işverenin sorumlu olması için tehlike sorumluluğu kapsamında da işverenin işinin yürütümü ile iş kazası arasında illiyet (neden-sonuç) bağının kurulabilmesi gereklidir. Aksi halde, adalet ve hakkaniyet duygularını incitir.

 

O halde işverenin tehlike sorumluluğundan kurtulabilmesi için:

1.      Zararın mücbir nedenlerden ileri geldiğini (örneğin dış cephe iskelesinde çalışırken deprem olması) ve kendisini veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin kusurlu olmadığını,

2.      Zararın mağdurun (zarar görenin) ağır kusurundan ileri geldiğini (örneğin, intihar kastı ile kendini boşluğa attığını) ve kendisinin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin bir kusuru bulunmadığını,

3.      Zararın üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini (örneğin, başında bareti bulunan bir işçinin başına üçüncü kişi tarafında çok ağır bir cismin düşünülmesi) ve kendisinin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin bir kusurunun bulunmadığını kanıtlaması gerekmektedir.

 

 

İŞ KAZALARI VE MESLEK HASTALIKLARINDA TAZMİNAT TALEPLERİ VE TÜRLERİ

 

İşçinin iş kazası ya da meslek hastalığı sonucunda işgücü kaybı nedeniyle işvereni hakkında maddi ve/veya manevi tazminat davası açma hakkı bulunmaktadır.  Kaza geçiren işçi, 808 sayılı Borçlar Kanunu hükümlerine göre 10 yıllık zaman aşımı süresi içerisinde İş Makinelerine başvurarak dava açabilir.

 

İşçinin, işverenden talep edeceği tazminat genelde iki türdür.

 

a.      Manevi tazminat: İş kazası ya da meslek hastalığı sonucu ailesine; çekilen acıları,  elem ve kederleri hafifletmek amacıyla hakimin takdir edeceği uygun bir miktar paradır.  Hesaplaması herhangi bir matematiksel hesabı gerektirmez. (Borçlar Kanunu: Md. 47)

b.      Maddi Tazminat : İş kazası veya meslek hastalığı sonucu cismani bir zarara uğrayan işçiye ya da ölümü halinde ailesine uğradığı zararın gerçek miktarını bulmak ve karşılamak amacıyla matematiksel yöntemlerle hesaplanan tazminat türüdür. (Borçlar Kanunu : Md. 46)

 

Maddi tazminatlar üç türden oluşmaktadır.

1.      İş göremezlik tazminatı

2.      Destekten yoksun kalma tazminatı

3.      Rücu tazminatı

 

Bu tazminatların tanımları ve nitelikleri aşağıda sırasıyla açıklanmaya çalışılacaktır.

 

1.      Ölümle sonuçlanmayan iş kazası ve meslek hastalıklarından dolayı iş görmezlik tazminatı:

 

İş kazası veya meslek hastalığı sonucu bedence veya ruhça zarara uğrayan işçinin, iş göremezliği ölçüsünde çalışmama nedeniyle maruz kaldığı zarar ve ziyanın parasal miktarının işvereninden istemesidir. Buna göre, meslekte kazanma gücünü az veya çok kaybeden işçinin, kaybı oranında gerçek zararını, olayda kusuru olmaması halinde işverenden istemeye hakkı bulunmaktadır.  (Borçlar Kanunu: Mad. 46/1)

Meydana gelen iş kazası veya meslek hastalığında işgücünün % 10 nunu veya daha fazlasını kayıp eden kişi 506 sayılı kanuna tabi sigortalı ise, bu kişiye Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından sürekli iş göremezlik geliri bağlanır. İş  gücü kaybının oranının % 10’ nun altında olması halinde sigortalıya sürekli iş göremezlik geliri bağlanmaz. Öte yandan, sigortalıya bağlanan gelir işçinin bordrosunda gösterilen ücret üzerinden hesaplanmaktadır. Bu nedenle değil sürekli gelir bağlanmayan, sürekli gelir bağlansa bile işçinin gerçek zararı Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından karşılanmamaktadır.

 

Bundan dolayı, SSK tarafından yapılan yardım ve bağlanan gelirlerin peşin değeri, işçinin gerçek zararından düşülmesi ve SSK tarafından karşılanmamış olan, geri kalan maddi zararın işverenden istenilmesi, Yargıtay kararları ile de hükme bağlanmış ve bu nedenle iş göremezlik tazminat davaları açılmaktadır.

 

2.      Ölümle sonuçlanan iş kazası ve meslek hastalıklarından dolayı destekten yoksun kalma tazminatı:

 

İş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölümlerde, ölen işçinin destek olduğu kişiler tarafından işverenden istenebilecek tazminat türüdür. Borçlar kanunu, bu tazminatı 45. maddesinin 2. fıkrasındaki “ ölüm neticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından mahrum kaldıkları taktirde, onların bu zararını da tazmin etmek lazım gelir” hükmü ile düzenlenmiştir. Yargıtay kararlarına göre, destek olunan kişiler ölen işçi tarafından ölmeden önce düzenli olarak yardımda bulunmuş olması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, ölen işçi ile destekten yoksun kalanlar arasında miras ilişkisi olması ya da nafaka yükümlülüğü gibi bir durumun bulunması gerekmez. Örneğin; sürekli evinde baktığı besleme  evlat,  nikahsız eş veya nişanlılar destekten yoksun kalma tazminatı davası açabilirler.  Destekten yoksun kalma tazminatı; destekten yoksun kalanların, ölen işçinin yaşayabileceği olası süre (ki, 65 yıl) içerisinde ölenin çalışıp kazanabileceği süredeki kazancı tutarından, davacılara ileride yapabileceği süredeki kazancı tutarından, davacılara ileride yapabileceği yardım tutarının peşin ve toptan ödenmesinden oluşmaktadır.

Böylece; davacıların  (destekten yoksun kişilerin) gerçekte uğradıkları zarar saptanmış olur.

 

3.      Rücu tazminatı :

 

Bu tazminat türü, sorumluluğunu yerine getirmesi sonucu oluşan zarar veya ziyanın özel ya da tüzel kişilerce işverenden geri isteme tazminatı anlamına gelir. Hukuki kaynağı da Borçlar Kanunu’ dur. *

Buna göre: sigortalı çalıştırmaya başladığının süresi için de SSK’   na bildirilmemesi halinde kurumca yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderler ile bağlanan sürekli gelirin hesaplanan peşin değerleri tutarı, kusurlu işverene ya da kusurlu üçüncü kişilere ödettirilir. (506 sayılı Kanun, Mad.: 10 ve 26) öte yandan, kendi kastı ve veya kusuru nedeniyle meydana gelen iş kazası veya meslek hastalığı sonucunda ölen sigortalının hak sahipleri, SSK tarafından yapılacak gerekli yardımların peşin sermaye değerleri tutarının rücu edilmeyeceği hususu, 26.10.1983 tarihinden itibaren yürürlükte olan 2934 sayılı Kanunu’ nun 3. maddesi ile hükme bağlanmıştır.

Rücu tazminatı davalarına ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’ nun 21.3.1979 gün ve 1979/269 sayılı kararında, bu tür tazminat davalarında, Sosyal Sigortalar Kurumu’ nun işverenden değil ceza davasında belirlenen birlikte sorumlu olanlardan zararın tümünü isteyebileceği gibi sorumlulardan sadece birisinden de zararın tümünü isteyebileceği hükmüne varılmıştır. Gerekçesi ise, İş Kanunu’ nun işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatında belirtilen yükümlü olduğu görevleri hizmet akdi ile işveren vekillerine yüklemiş olduğundandır. Ancak, kendisine rücu edilen kimse, kusuru olmadığını kanıtlayarak sorumluluktan kurtulabilir.

 

KAYNAKLAR

 

·        İş kazaları ve Meslek Hasatlıkları, Şahin Yüksel Sosyal Sigorta Yayınları

·        818 sayılı Borçlar Kanunu

·        Sosyal Sigortalar Mevzuatı, A. Nuri Ernam, SSK Teftiş Kurulu Başkanı SSK Genel Müdürlüğü Yayınları No: 305

·        Fahrettin Korkmaz, Yrd. Doç Dr. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Bülteni ISSN 1300-2341 Mayıs 1996 sayı 33

·        Kadir arıca, Do. Dr. ISIG Bülteni ISN  1300-241 Kasım 1997 sayı 39

·        Haluk Tandoğan, Prof Dr. Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, Turan Kitabevi Ankara 1981

 

 

 

 

 



* Borçlar kanunu, mad: 41 “Gerek kasden gerek ihmal ve teseyyüb, yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs o zararın tazminine mecburdur.

[1] Bakınız Kemal Gürsoy İşverenin sorumluluğu, AHFD. Sb. 195-197

[2] Bakınız Kemal Gürsoy İşverenin sorumluluğu, AHFD.sh. 195-196

* Yargıtay Hukuk Genel Kurulu; E.1986 / 9722, K 1987 / 203 ve T. 18.3.1987

* Yargıtay HGK: 3.3.1971 gün ve E. 1969 / 9 –874, K.121 sayılı, 10.5.1978 gün ve E. 1977 / 10-807, K. 1978 / 374 sayılı, 26.12.1986 güm ve E. 1986 / 9 –601, K. 1986 / 1189 sayılı kararları.

* Borçlar Kanunui Md: 58/ ikinci fıkra – Bu cihatten dolayı kendisine karşı mes’ ul olan eşhas aleyhindeki rücu hakkı mahfuzdur.